Overview
Bioshock’un konusu ve karakterlerini hakkında bir wiki yerine serinin arkasındaki felsefeyi kendi çapımda açıklamaya çalıştığım ve yorumladığım bir yazı.
Giriş
Serinin ilk oyunu 2007 yılında ve son oyunu 2013 yılında çıkmış olduğundan dolayı artık ilgisi olan oynamış, oynayıp merak eden herkes karakterlerin kim olduğunu ve konunun ne olduğunu her türlü ayrıntısı ile biliyordur. O yüzden bunları açıklayan bir rehber hazırlamak yerine Bioshock serisi ve arkasındaki felsefeyi açıklayan bir yazı hazırlamak istedim. Steam profilimden belli olduğu gibi en sevdiğim oyun serisi Bioshock serisidir. Bana yakın olan konuştuğum kişiler en sevdiğim serinin Bioshock olmasını garip bulur genelde. Doğruya doğru bir serinin, ürünün kör kütük fanı olmamak gerekir. Oynanışı devrimsel değil. Zaten ilk Bioshock’u oynadıktan sonra hep aynı oynanış formülünün kullanıldığını görüyoruz ve oyuncuyu şaşırtan bir şey sunmuyor. Oyun dinamiklerine getirdiği devrimsel bir yenilik derseniz o da yok. Fakat Bioshock serisi 2K gibi elinden geldiği kadar geliştirici ekibi zorlayan bir firmanın ismi altında çıkmış olmasına rağmen günümüzde oyunların %90’ında bulamayacağınız fikirleri bünyesinde barındırıyor ve başta Amerika olmak üzere günümüz toplumunu eleştiriyor.
Öncelikle Bioshock size ‘işte bu karakter çok iyi’ ya da ‘bu görüş iyi olarak yansıtılıyor’ diyebileceğiniz bir oyun değil. Bioshock serisi genel olarak tek bir temel üzerine kurulu. Bir kişinin görüşü, ideolojisi ne olursa olsun gücü elinde bulundursa o kişi yozlaşır ve her türlü ideoloji insanları, toplumları kullanmak için bir araca dönüşebilir. O yüzden ben de yazımı yazarken her görüşü olduğu gibi yansıtmaya çalıştım. Yazımı okurken bu ya da şu görüşü savunduğumu düşünmenizi istemem.
Ayn Rand
Bioshock serisinin esin kaynağı Ayn Rand adlı Rus yazarın görüşleri. Kendisi bir objektivist, bu görüşü ilerleyen kısımlarda açıklayacağım. Görüşlerini her kitabında belli etse bile, görüşlerinin en yoğun olduğu ve Bioshock serisine de temel olan iki kitabı var; Atlas Shrugged ve The Fountainhed. Bu kitapların Türkçe versiyonları mevcut fakat Türkçe olanları artık bulmanız pek mümkün değil. Bulursanız bile 200 TL’den aşağıya satmıyorlar. Sinan Çetin’in sahip olduğu Plato Yayıncılık haklarını elinde tutmasına rağmen basmayı bıraktı. O yüzden merak ediyorsanız İngilizce olanları öneririm. Ayn Rand küçük bir çocukken Rusya’da ‘Ekim Devrimi’ni yaşadı. Ekim Devrimi sonunda Çarlık Rusya’sı bildiğiniz gibi yıkıldı ve Sovyetler Birliği kuruldu. Ayn Rand’ın babası zengin bir fabrika sahibiydi. Sovyetlerin kurulmasıyla birlikte fabrikaları ellerinden alındı ve halka dağıtıldı. Her ne kadar ‘Ekim Devrimi’ Çarlık Rusya’sına, diktatörlüğe karşı olan ve fakir halkı savunmak adına yapılsa bile oldukça kanlı sonuçları olmuştur.
Ayn Rand küçükken okuduğu okulda Sovyetler Birliğinin topluma dikte ettiği düşüncelere katılmayan sınıf arkadaşları sırf ideolojiye katılmadıkları için Ayn’ın gözü önünde kurşuna dizildi. Küçüklüğünü böyle yaşadığı ve tüm bu sefalete tanık olduğu için Amerika’ya göç etti ve tam bir sosyalizm karşıtı oldu. Burada dikkat edilmesi gereken kısımlar ‘Ekim Devrimi’nin aslında hangi düşünceler ile başladığı fakat nelere neden olduğu, insanlar tarafından nasıl yürütüldüğü ve Ayn Rand’ın kendi yaşadığı tecrübeler ışığında görüşünün nasıl değiştiğidir. Bu önemli temalar Bioshock serisi boyunca karşımıza çıkacak.
Objektivizm
Ayn Rand’ın hayatına devam edersek, kendisi tam bir sosyalizm karşıtı bir birey olarak objektivizm’i benimsedi. Ayn Rand’ın objektivizm görüşü basit olarak kişisel çıkarlar üzerine kuruludur. Erdemli bir hayatın sadece akıl yoluyla belirlenmiş nedenler doğrultusunda yaşanması gerektiğine inanır. Bu görüşe göre ‘gerçeklik’ dediğimiz size, bana, ona göre değişmez sadece bir gerçeklik vardır ve bu bizim zihnimiz ve duygularımızdan bağımsızdır. Bu gerçeği sadece biz aklımız ve hislerimiz ile keşfedebiliriz. Din, ruhani, kutsal düşünceler bu görüşe göre tamamen gereksizdir. Bu yüzden Ayn Rand, Tanrı’yı reddeder. Ayn Rand bu görüşünde Aristoteles’den yararlanmıştır. Aristoteles’de benzer bir şekilde ‘mutluluğun’ kişinin kendi çıkarlarını takip etmesinden ve kişisel doyumdan geldiğini ileri sürer. Kendini sevme ya da öz sevgi en yüksek değerdir. Biz birini sadece kendimizi seversek, sevebiliriz der.
Kısacası objektivizm görüşünde herkesin önüne önce kendimizi koymamız gerekir. Diğer insanları düşünmenin, onlara iyilik yapmanın, genel toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarımız önüne koymanın pek gereği ve anlamı yoktur bu görüşte. Fakat çoğu kişi bu görüşü ‘kimseye yardım etmeyin’ olarak yanlış anlar genelde. Objektivizm kimseye yardım etmeyin demez eğer siz isterseniz edebilirsiniz fakat bunu gerekli ya da erdemli bir hareket olarak görmez. Bencil olmak erdemli bir özelliktir bu görüşe göre. Basit bir örnek vermek gerekirse aynı iş görüşmesine gidiyoruz ve siz benim önüme zorluklar çıkarır ya da bana pislik yaparsanız bu erdemli bir hareket olarak değerlendirir bu görüşte. Anlayacağınız gibi kapitalizm’i de savunur Any Rand.
Alturism
Any Rand’a göre Dünya’nın en büyük sorunu ve en büyük düşmanı ırkçılık, soykırım ya da savaşlar değil, ‘altruism’dir. Alturism düşüncesi çoğu zaman diğerlerine yardım etmek ile karıştırır fakat alturism bunun ötesinde kendini başkaları için feda etmektir. Buna örnek intihar bombacıları olabileceği gibi diğer insanların iyiliği için kendi çıkarlarından vazgeçmeyi de içerir. Günümüzde de örneklerini görebileceğimiz bazı insanların düzenli, rahat hayatlarını bırakıp zor durumda olanlara yardım etmek için sürekli çalışmaları örnek gösterilebilir. Fakat Rand’ın objektivizm’i bir işin size getirisi yoksa o işe girişmeyin der. Alturism’i komple reddettiği gibi kolektivizm’i de reddeder.
Kitabın görüşlerinin aklınızda daha net oturması ve ne kadar etkili olduğunu belirtmek için Sinan Çetin’den örnek vermek istiyorum. Ne alaka diyebilirsiniz fakat Sinan Çetin’in en sevdiği kitaplardan biri Atlas Shrugged. Okuduktan sonra yakın arkadaşı olarak gördüğü herkese bu kitaba hediye edermiş. Kitabı okumadan önce 14 Numara, Çirkinler de Sever, Bir Günün Hikayesi gibi Türkiye toplumuna ait sorunları anlatan filmleri çekerken, kitabı okuduktan sonra bu tarz filmleri bırakıp reklam sektörüne yönelmiş ve parayı bulmuştur. Aynı zamanda o zamandan bu zamana Türkiye’de kim iktidarsa onu savunan biri haline dönüşmüştür. Rand’ın görüşüne göre tüm bu yaptıkları erdemlidir çünkü ‘adam kendini düşünüyor’ diyebiliriz.
Andrew Ryan
İsim benzerliği çoktan dikkatinizi çekmiş olacaktır. İlk Bioshock oyunundaki Rapture’u kuran kişi Andrew Ryan aslında Any Rand’ı temsil eder. Any Rand dışında oyundaki Andrew Ryan, The Fountainhead kitabındaki Howard Roark ve Atlas Shrugged kitabındaki Hank Rearden ve John Galt adlı karakterlerin birleşimidir. Atlas Shrugged kitabında John Galt dahi bir mühendistir. John devletin büyük şirketlerden vergi alması ve ekonomiye karışmasını bir sorun olarak görür ve bu durumdan rahatsızlık duyar. Kendisi gibi büyük şirket sahipleri ve dâhileri toplayarak işlerini bırakmasını ve Galt’s Gluth adında dağların arasında saklı bir yerde yaşamayı teklif eder. Kitapta bu önemli kişiler işlerini bırakıp burada yaşamaya başladığında dış dünyada her şey durur ve kaos hüküm sürer.
Rapture’u kuran Andrew Ryan’da yazar Any Rand ile aynı hayat tecrübelerini yaşamıştır o da devrimi görmüş ve sosyalizm karşıtıdır. Amerika’ya gelir ve burada çok başarılı olur. 3 büyük şirket sahibidir. Amerika kültürü ve kapitalizm’i ideal form olarak görür. Fakat gerçek hayatta da olduğu gibi Amerika hükümeti zaman içinde şirketler yüksek vergiler kesen yasalar çıkartır. Bu yasalar arasında işçilere verilmesi gereken minimum ücretin verilmesi de vardır. Bunları Andrew Ryan işte Amerika’da Sovyetler gibi olacak diyerek yeni bir yol arar. Bunun sonunda Rapture’ı kurar. Rapture başarılı iş adamları, dâhilerden oluşan bir toplum olacaktır ve hiçbir şekilde otorite yasalar, kurallar koymayacak ve ekonomiye karışmayacaktır.
Amerika ve Rapture Benzerliği
Gerçek hayatta Amerika bu yasaları Roosevelt zamanında yürürlüğe koymuştur. Bioshock serisi aynı zamanda Amerikan kültürüne büyük eleştiriler yapar. Amerikan kültürü, Amerikan Rüyası olarak da tanımlayabileceğiniz bir görüşü empoze eder. Bu görüşte ‘çalışırsan başarırsın, zengin olursundur’ İnsanlar bu görüşe inanarak buraya göç eder ya da zaten burada yaşayanlar bu amaç doğrultusunda kendilerini motive ederler. Böylece iş veren fabrika sahibi işçilere istediği kadar kötü davranır onları mümkün olduğu kadar sömürür ve işçide zaten çalışmam gerekli diyerek buna kolay kolay karşı koymaz. Amerika başta olmak üzere diğer batılı ülkelerin endüstri ve ekonomide bu kadar gelişmiş olmasının sebeplerinden bir tanesi de budur. Çünkü benzer şekilde Hristiyanların protestan ahlakı da benzer görüşleri insanlara sunar. Fakat bildiğiniz gibi Budizm ve İslam bu tarz görüşlere sahip değildir. Diğer dinler bu hayatı bir test olarak değerlendirir ve Hristiyanlıktan daha çok diğer dünyaya önem verir.
Amerika’ya geri dönersek ‘çalışan başarır’ görüşü aynı zamanda bir kişi fakirse ya da hayatını sürdüremiyorsa bu hak ettiği içindir, demek ki çok çalışmamıştır fikrini de beraberinde getirir. Bunun doğru olmadığın zaten yaşayarak da tecrübe ediyoruz. Her zaman çok çalışmak başarıyı beraberinde getirmez. Aynı zamanda bazı kişiler iyi bir eğitim almak, işinde çok çalışmak gibi toplumsal olarak kabul edilen yolları takip ederken diğer bireyler başka yolları izleyerek kısa yoldan zengin olmayı başarır.
Amerika tarihi ve Rapture tarihi arasında büyük benzerlikler vardır. Amerika iç savaşı bittikten sonra Avrupa’da yönetimin baskısından sıkılan, kurtulmak isteyen bireyler Amerika’ya göç etmiştir. Bu sayede Amerikan ekonomisi büyük bir gelişme kaydetmiştir. Teknoloji gelişmiştir, kıtalar arası tren yolları yapılmıştır. İlerleyen zamanlarda 30 yıl içinde yarım milyondan fazla teknoloji patenti Amerika’dan çıkmıştır. Thomas Edison, Henry Ford ve niceleri. Teknolojinin, ekonominin büyük bir hızla geliştiği bu dönem tarihsel olarak ‘glided age’ olarak tanımlanır. Amerika iç savaşında Thomas Jefferson’ın John Locke’dan esinlenerek formüle ettiği her insanın eşit yaratıldığı ve ortak haklara sahip olduğu görüşü hakimdir. Buraya kadar okurken ‘ee iyiymiş o zaman işte bu görüş’ diye düşünebilirsiniz. Her ne kadar Thomas Jefferson bu kimsenin karşı çıkmayacağı fikirleri savunmasına ve Amerika iç savaşından sonra benimsenen temel kavramlar olmasına ön ayak olması önemli ve göz ardı edilemeyecek olsa da. Jefferson’ın bu fikirleri savunurken kendine ait zenci köleleri olduğu ve kendi sattığı şaraplar üzerinden İngilizlerin vergi alması yüzünden yani kendi çıkarları yüzünden baş kaldırdığı gibi söylentiler de tarihte vardır. Aynı zamanda demiryolları getirilen Çinli işçilerin ölümüne çalıştırılması ile yapılmıştır. Amerika’da gelişmenin doruk noktasındayken yavaş yavaş zengin olmayan, işçi sınıfının yükselen sesleriyle karşılaşır. O dönemde tüm bu gelişmelere rağmen toplumun %40’ının hiç parası yoktur ve %2si geri kalan herkesin toplumundan daha çok parası vardır. Toplum bu duruma ses çıkarmaya başlar. Artık bazı yazar ve düşünürler fabrika sahiplerinin bu başarılarını kendilerini işlerine adaması ve çok çalışmasından değil diğer insanları sömürmesinden dolayı başarılı olduklarını düşünmeye, yazmaya başlar. Bu düşünürlere göre işçiler maaşlı köle olmuşlardır.
Rapture’da aynı şekilde ilk kurulduğu zamanlar gelen kişiler sayesinde çok büyük başarılara imza atsa hatta yüzeydeki teknoloji ve devletleri geçse bile zaman içinde benzer sorunlar ile karşılaşır. Rapture’e gelen büyük çoğunluk başarılı, zengin, mimar, mühendis, bilim adamı gibi kişiler olduklarından işçilere de gerek vardır. Bu yüzden Rapture dışardan bu tarz işlerde çalışması için işçileri getirmeye başlar. Andrew Ryan ve yazarımız Ayn Rand laissez faire ekonomiyi savunur. Bu ekonomi modeli basit olarak devletin insanların temel haklarını korumasını ve ekonomiye, şirketlere karışmaması görüşüdür. Aynı zamanda yazar ve oyun karakteri Ryan refah devletine karşıdır. Böyle olunca Rapture içinde otorite tarafından sağlanan sosyal güvenlik ya da ücretsiz sağlık sistemi yoktur. Andrew Ryan’a göre bunların ücretsiz sunulması gerektiğini düşünenler parazitten başka bir şey değildir.
Durum böyle olunca ve Rapture’da yaşayan zenginlerde sadece kendi çıkarlarını düşündüğü ve kazançlarını yükseltmeye odaklandıkları için işçiler fakir kalmaya devam eder. Aynı zamanda Rapture’ın işçi ihtiyacı hiçbir zaman bitmemektedir ve sürekli dışardan işçileri bünyesine getirir. Tıpkı günümüz kapitalist toplumu gibi parası olan kişilere her şeyi sunan Rapture parası olmayan kişiler için bir hapishaneye dönüşür. Çünkü Rapture’a bir kez girdiniz mi bir daha çıkışı yoktur. Rapture’da otorite ekonomiye karışmaz, tek bir kurar dışında başka hiçbir kurar yoktur. O kuralda yüzey ile hiçbir şekilde iletişim kurulmaması ve Rapture’ın varlığı hakkında tek bir kelime edilmemesidir.
Ütopya İçinde Sorunlar Başlıyor
Rapture’da ufak ufak sorunlar baş göstermeye başlamışken ilk oyunun kötü karakteri Frank Fontaine’den bahsetmek gerekir. Kendisi tüm küçüklüğünü tiyatro salonlarında geçirmiştir. Kendisi küçük bir çocukken bile aktörlerin nasıl kendilerini değiştirebildiği, farklı rollere büründüğünü görüp etkilenmiştir. Zaman içinde kendisi de makyaj, kılık değiştirme farklı rollere bürünmede bir uzman haline gelip, bu yeteneklerini insanları dolandırmak için kullanmaya başlamıştır. Frank’in Rapture’dan haberi olur, kendisi burayı yağmalanmayı bekleyen bir fırsat olarak görür. Daha önceden bahsettiğim gibi Rapture işçi sıkıntısı çektiği için zaman zaman işçi toplamaktadır. Frank bunların arasına girer ve Rapture’ gelir gelmez kendisine bir servet yaratmaya başlar. Frank, Rapture’da insanların balık yemekten sıkıldığı ve yüzeyden haberdar olmak istediğini görür. Bağlantıları sayesinde Rapture’da olmayan malları gizli bir şekilde getirmeye başlar. Kendisi yürüttüğü kaçakçılık işi sayesinde Rapture’un önemli figürlerinden biri haline gelir. Andrew bu işlerin arkasından Frank’ın olduğundan şüphelenir fakat hiçbir zaman kanıtlayamaz.
Burada dikkat edilmesi gerekir ki Frank ve Andrew aslında aynı görüşe sahiptir fakat Andrew nispeten daha iyi bir niyet ile Rapture’u kurmuştur. Rapture’ın devletin, yasaların,dinlerin getirdiği sınırların olmadığı bu sayede bilim adamları, sanatçıların kendi istedikleri gibi gönül rahatlığı ile çalışabileceği bir yer olarak hayal etmiştir. Fakat arkasında kişisel çıkarları vardır. Frank’de aynı şekilde kendi kişisel çıkarları ile hareket eder ve başka kimseyi düşünmez. Buraya kadar yazdıklarımdan tamam Bioshock sadece kendi çıkarlarını düşünmenin kötü olduğunu söylemek istiyor bize diyebilirsiniz. Fakat yazının başında belirttiğim gibi Bioshock hiçbir görüşü savunmaz aslında. Burada tam tersi bir görüş ve karakterden bahsetmek gerekir. Sofia Lamb.
Sofia Lamb
Sofia Lamb bir psikiyatristtir. Rapture deniz altında bir yerleşim yeri olduğundan dolayı insanlar ilk geldiklerinde ve daha sonradan zaman zaman sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu nedenle Andrew, bu sorunları yaşayan kişilere yardımcı olması, terapi uygulaması için Sofia Lamb’ı getirmiştir. Sofia Lamb görüş olarak Andrew ile aynı görüşleri paylaşmaz. Kendisi her insanın topluluğun parçası olduğu ve toplumun çıkarlarını düşünerek hareket etmesi, davranması gerektiğini savunur. Ona göre kolektif olarak hareket etmeliyizdir. Böyle yazınca tamam işte düzgün düşünceye sahip biri demiş olabilirsiniz ama Bioshock serisinde böyle bir düşünce ya da görüş yoktur.
Sofia Lamb kendi görüşlerini diğer insanlara kabul ettirmek için almış olduğu eğitim sayesinde insanları manipüle eder. Onlara kendi görüşlerini kabul ettirir. Zaten bahsetmiş olduğum gibi işçiler yaşadıkları sorunlardan memnun değildir ve Sofia bunu bir fırsat olarak görür. Bakar ki Rapture’a sürekli işçiler geliyor, bunlar çoğunluğu oluşturmaya başladı ve yaşadıkları durumdan rahatsızlar onları manipüle etmeye başlar. Kısacası günümüzde de örneklerini rahatça görebileceğiniz gibi Sofia fakirleri zaten fakir oldukları bir çıkış yolu aradıklarından dolayı fakir kişileri kendi çıkarları için kullanmaya başlar.
ADAM
Rapture’ın tüm bu sorunlarına ek olarak bir de ADAM sorunu vardır. Bildiğiniz gibi okyanusların keşfedilemeyen yerlerinde ne tür canlılar yaşadığı bilinmiyor ve neredeyse her gün başka bir canlı keşfediliyor. Bioshock evreni de buradan yola çıkarak hayali gerçekte olmayan bir balık türü bize tanıtıyor. Bu balık türünden ADAM adında oldukça değerli bir kaynak elde ediliyor. ADAM kaynaklarını Rapture’lı bilim adamları geliştirmeyi başararak Plasmids’leri üretiyorlar. Plasmids’ler oyun boyunca kullandığımız doğaüstü yeteneklerin kaynağı. Plasmids’ler kişinin yararlarını hızla iyileştiriyor, onlara özel güçler kazandırıyor. Böylece büyük sağlık sorunlarına çözüm üretiyorlar aynı zamanda bir işçi on işçi gücünde çalışabiliyor. Fakat zaman içinde yan etkileri ortaya çıkmaya başlıyor. Plasmids’ler kullanan kişinin hücrelerini değiştiriyor. Bu hücreler değiştiği için çoğu kişide tümör gibi hastalıklar ve hem fiziksel, zihinsel sorunlar baş göstermeye başlıyor. İşin daha da kötüsü ADAM oldukça bağımlılık yapıyor. ADAM kişiye yetenek, güzellik (estetik sektöründe de kullanılıyor) ve bunlar sayesinde özgüven kazandırdığı için bu yan etkilerine rağmen yoğun bir şekilde kullanılıyor. Frank Fontaine hemen bu fırsatı görüp Plasmids satışlarının başına geçiyor. Rapture’lı bilim adamları her ne kadar yan etkilere neden olmayan Plasmids üretebileceklerini, bağımlılık yapmayan bir versiyonu üretebileceklerini söylese bile Frank bunu istemiyor. Çünkü hem üretimi daha fazla zaman alacak hem de bağımlılık yaratıyor olması satışların devam etmesi açısından işine geliyor. Burada yine Bioshock’un kapitalizm eleştirisini görüyoruz. Tüketicilerin sağlığı veya ürünün kalitesinden daha çok üreticinin maksimum kazancı hedefleniyor ve tüketicinin ürüne bağımlı hale gelmesi hedefleniyor. Plasmids’lerin üretimi Frank’in elinde olduğu için daha iyi bir versiyonu üretmek yerine kullanan kişiyi bir nevi kontrol edebileceği şekilde değiştiriyor. Frank hem üretimini üstlendiği için hem de bu şekilde ürünü değiştirdiği için kendine büyük bir kitle yaratıyor. Bu durumu Marx’ın tasvir ettiği gibi araçların amaç olması olarak yorumlayabiliriz. İnsanlar için üretilen ürünler, ürün olmaktan çıkıp amaç haline dönüyor. Yani insanlar bu araçları kullanarak, hayatlarına devam etmek, üretime devam etmek yerine kendileri için üretilen bu ürünlere yani araçlara sahip olmak onların amacı oluyor. Tıpkı günümüzde insanların 1.500 TL maaş alıp yine de iPhone peşinde koşması gibi. Daha birçok örneği var tabi ki ama benim çevremde en çok gözlemlediğim durum bu olduğu için bunu örnek vermeyi uygun gördüm.
Atlas
Frank’ın bu şekilde güçlenmişken Andrew’e karşı geliyor ve saldırmaya başlıyor. Andrew’de silahlı bir ekip oluşturarak karşılık veriyor ve çıkan çatışmada Frank’i öldü sanılıyor. Frank aslında zarar almadan sağ kalmayı başarıyor ve Atlas adıyla kimliğini değiştiriyor. Frank zeki bir adam olduğundan dolayı insanların zor durumda olduğunu görüyor. Yaratmış olduğu yeni Atlas kimliğiyle Rapture’da yaşayan fakirlerin sesi, onlara yardım eden gizemli bir figüre dönüşüyor. Fakat aslında insanlara yardım ediyor gibi gözükürken bağımlılıklarını kullanan yine onların ekonomik durumu ve zorluklarından faydalanan kendisi. Frank bu fikri dışardan Rapture’a getirdiği ürünler içerisinde bulunan kitaplardan ediniyor. Frank, Sovyet Rusya dönemin anlatan kitapları okuyor ve zor durumda olan insanların dışardan bakınca iyi bir fikre sahipmiş gibi görünen liderlerin zor durumda olan bireyler tarafından nasıl takip edildiğini anlıyor ve Atlas’ı böyle yaratıyor ve buna göre hareket ediyor.
Fakat Andrew Ryan’ın da bu karşıt görüşlere karşı bir yöntemi var. Bu yöntemde Sander Cohen aracılığıyla sanatı kullanmak. Sander Cohen, Bioshock serisi içinde çok önemli bir figür. Kendisi Rapture’a gelmiş New York’lu bir sanatçı. Ryan’ın desteği sayesinde Rapture’un tüm sanatsal faaliyetlerini kendisi yönetiyor. Ryan bu sanatsal faaliyetleri destekliyor çünkü Sander Cohen sanatı kullanarak insanların düşünce yapısını değiştirmeye çalışıyor ve Ryan’ın görüşlerini aşılamaya çalışıyor. Aynı zamanda kendisinin maskesini Westworld 1. Sezonda arka planda görebilirsiniz.
Seçimler
Buraya kadar önemli figürleri ve bu figürlerin ideolojileri kendi amaçları doğrultusunda nasıl kullandığını gördük. İdeolojiler, basit bir anlatımla filozof Althusser’e göre kişileri kendi öznesi yapar. Bireyler inandıkları, sahip olduklarını düşündükleri ideolojilerin özneleri olur ve buna göre davranırlar. Burada Bioshock’ın sorguladığı ve işlediği bir diğer kavram olan ‘özgür irade’ ön plana çıkıyor. Bioshock deyince ilk akla gelenlerden bir tanesi Andrew Ryan’ın ‘we all make choices but in the end our choices make us’ sözüdür. Hepimiz seçimler yaparız ama sonunda seçimlerimiz bizi yaratır diye tercüman olmadığımı belirterek kötü bir çeviri yapayım. Yine özgür iradeyle ilgili ‘birey seçer, köle itaat eder’ sözü de Bioshock serisi içinde geçer. Fakat burada şöyle bir sorun ortaya çıkar. Seçimlerimizi biz yapıyorsak fakat biz aslında yapmış olduğumuz seçimlerin ürünüysek özgür iradeden ne kadar bahsedebiliriz ya da biz bu seçimleri gerçekten kendi hür irademizle mi yaptık ne kadar emin olabiliriz? İnsan toplumsal bir varlıktır, toplumsal bir varlık olmasından dolayı sosyalleşme sürecimiz boyunca çevremizden, ailemizden, izlediklerimiz, okuduklarımız ile kendi kişiliğimizi yaratırız. Bu görüşe göre kişiliklerimiz aslında dışarda var olan düşüncelerin, şeylerin arasından seçilerek meydana geliyor fakat bu seçimleri nasıl yapıyoruz?
Yazar Ayn Rand ve oyun karakteri Andrew Ryan, Sovyet Rusya’yı gördü, o hayatın onlara getirdiği zorlukları yaşadı ve Sovyet Rusya’ın insanlar empoze ettiği, sahip olduğu düşüncelerin, ideolojilerin tam tersi şekilde yaşadılar ve tam tersine inandılar. Yazının başında bahsetmiş olduğum Aristoteles hocası Plato, kendi hocası Sokrates’in haksız yere idam edilmesini gördü ve tarihin ilk sosyalizm tohumlarını atan Devlet adlı kitabını yazdı. Kendi hocasının haksız yere idam edildiğini görmesinden dolayı herkesin karar verme konusunda söz sahibi olmaması gerektiğini ileri sürdü. Bir zamanlar ‘çobanın oyuyla benim oyum bir mi?’ diyen mankenimiz aslında görüşünü düzgün bir şekilde dile getirmeyi başaramasa bile bir nevi zorlarsak Plato ile ilişki kurabileceğimiz görüşlere sahip diyebiliriz.
Siyasetin diğer önemli figürlerine bakarsak insandan daha aşağı bir varlık yoktur, insanların babasını öldür unutur, parası al unutmaz diyen, modern siyaset için önemli bir figür olan Machiavelli yaşadığı dönemde İtalya büyük bir kaos içindedir, hiçbir düzen yoktur. Devlet herkesin üstünde olmalıdır çünkü insan doğası vahşidir diyen Thomas Hobbes de sokaktan kanın su gibi aktığı ayaklanmalar görmüştür. Fakat insan doğası vahşi değildir, iyidir devlete sadece bizim temel haklarımızı koruması için ihtiyacımız var diyen John Locke en kansız, uzlaşma yoluyla çözülebilmiş ayaklanmalara tanık olmuştur. Kısacası tüm bu büyük düşünürler ne kadar zamanının ötesinde zekalara sahip olsa bile çevrelerinin, kendi tecrübelerinin büyük etkisi altında kalmıştır. Andrew Ryan’da Rusya’da yaşadıkları zorlukların ardından Amerika’ya gelince düşünceleri bu şekilde gelişti. Yaşadıklarından dolayı Amerika’nın kapitalizminin ona sundukları karşısında sömürülen işçileri, zor durumda olanları ya da Amerika’nın çıkarlarını korumak için diğer ülkeleri sömürmesini göremedi.
Bu açıdan Bioshock tüm ideolojileri ve onu körü körüne takip edenleri, doğru, yanlış çizgileri net belirlenmiş olan tüm düşünceleri eleştiren, gücün herkesi yozlaştırdığını ele alan bir oyun serisi. İlk oyunda bile farklı farklı ideolojilerin güç sahibi kişiler tarafından toplulukları etkilemek için nasıl kullanıldığına tanık oluyoruz ve oyun boyunca bizde oyunu oynayan kişi olmamıza rağmen özgür iradeye sahip değiliz. İlk oyun başladığı andan itibaren bize Atlas’ın dediklerini sorgusuz yerine getiriyoruz başka bir tercihimizde yok. Denilenleri olduğu gibi uyguluyoruz. Aksi takdirde oyunda ilerlemek mümkün değil. Bu anlatımı Infinite’de daha fazla tanık oluyoruz. Infinite boyunca bazı seçimler yapmamız bekleniyor. Örneğin yazı tura atmak gibi. Parayı atmak bizim tercihimiz gibi gözüküyor ama aslında sonucun her zaman aynı olduğunu görüyoruz. Bizim tercihimiz gibi görünen şeylerin aslında bizim tercihimiz olmadığını anlatmaya çalışıyor Bioshock serisi. Infinite sonlarına doğru bebeğimizi teslim etmemiz bekleniyor. Hatırlarsanız teslim etmek için tuşa basmamız bekleniyor. Tuşa basmak bizim seçimimiz ama sonuç belirlenmiş ve eğer tuşa basmazsak hiçbir şekilde oyun ilerlemiyor.
Columbia
Buraya kadar yoğun bir şekilde ilk oyundan bahsettim fakat aslında tüm bu fikirler Bioshock’un seri olarak hep taşıdığı önümüze sunduğu fikirler ve temalar. Infinite bu açıdan bambaşka bir oyun değil. Infinite bildiğiniz gibi Columbia adlı şehirde geçiyor. Columbia tesadüfi seçilen bir isim değil. Columbia ismi genel olarak Özgürlük Anıtı ve Uncle Sam’den önce Amerikan kültürünün en önemli sembollerinden birisiydi. Kelimenin kökeni Christopher Columbus’dan geldiği gibi eskiden Kuzey Amerika’yı tanımlamak için Avrupalılar tarafından kullanılan bir kelime. Aynı zamanda özgürlük gibi kavramların savunucusu olarak bir kadın olarak tasvir edildiği romandan sonra, kadın figürü olarak Amerika iç savaşından sonra basılan para üzerinde ve sayısız heykelde görebilirsiniz. Günümüzde yazdığım gibi Özgürlük Heykeli ve Uncle Sam’den sonra etkisini kaybetse de hala tasvirini görmek mümkün. Örneğin Columbia Pictures yapımı filmlerde firmanın logosu olan kadın figürü. Columbia şehri Bioshock evreninde American Exceptionalism’ini her yere yaymak için yaratılan uçan bir şehir. Her yere gidip bu düşünceyi yayması için uçan bir şehir olarak tasarlanıyor. American exceptionalism dilimize Amerikan istisnacılığı olarak çevriliyor. Basitçe Amerikan kültürünün ve yaşam tarzının diğer tüm kültürlerden ve yaşam tarzlarından üstün olduğunu ve herkesin bunları benimsemesi gerektiği üzerine bir düşünce. Eğer günümüzde özellikle bizim toplumumuz açısından bakarsanız modern olmak, çağdaş olmak %90 Amerikalı olmak, onların yaşam tarzı ve görüşlerini kabul etmek ile birebir tutuluyor. Her ne kadar düşünürler, sosyologlar birden fazla modernlik olduğunu her kültürün, toplumun farklı değerleri olduğundan dolayı kendi modernliklerini bulmaları, bulacaklarını söylese bile toplum içindeki genel kanı modernleşme eşittir Amerikalı olmak şeklinde yaygı buluyor. Tıpkı Bioshock oyunundaki sanatçı Sander Cohen gibi popüler kültür, medya ile bu görüş farkında olmadan bize empoze ediliyor. Fikir ve düşüncelerin bu şekilde empoze edilmesi gerçek ‘güç’ ilişkisini doğuruyor. Güç aslında tanım olarak sanki çok basitmiş gibi gözükse bile düşünürler tarafından çok tartışmalı, tanımı güç bir kavram olarak ele alınıyor. Fakat yazının açısından bakarsak Foucault’un tanımını baz alabiliriz. Foucault’a göre birini zincirle bağlarsanız ya da kafasına silah dayayıp bir işi yapmasını söylerseniz o da yaparsa bu o kişi üzerinde güç sahibi olduğunuzu göstermez. Bu bir güç ilişkisi değildir. Güç sahibi olabilmek ve güç ilişkisi olabilmesi için kişinin rızasını almanız gerekir. Kendi düşünce ve fikirlerinizi, kendi çıkarlarınız doğrultusunda kullanıp sanki kişinin, bireylerin kendi çıkarları içinmiş gibi düşünmesini sağlarsanız işte o zaman toplumlar üzerinde gücünüzü kullanmış olursunuz. Tıpkı Bioshock’da karakterlerin ideolojileri kullanması gibi. Infınite’de kendi çıkarları doğrultusunda kendini peygamber ilan eden Comstock’u görüyoruz. Gerçekleri çarpık bir şekilde anlatıp kendini halkın savunucusu bir kahraman olarak gösteriyor. Kişiler, olaylar değişse bile olan olaylar ve güç sahibi kişilerin yaptıkları hep aynı. O yüzden oyun sonunda ‘her zaman bir deniz feneri her zaman bir şehir her zaman bir adam’ vardır sözü bize bunu gösteriyor.
Kapanış
Infinite’de bir diğer güç sahibi kısma bakarsak Vox Populi öne çıkıyor. Vox Populi latince halkın sesi anlamına geliyor. İlk başta Infinite’de oynarken yapılan ırkçılığı, insanlara sahip oldukları statüye göre farklı davranılmasını görüyoruz. Vox Populi bu eşitsizliğe karşı çıkıyor. Kimsenin karşı çıkmayacağı, onurlu bir düşünce. Fakat oyunda ilerledikçe Vox Populinin güç kazandığı paralel evrene gidiyoruz. Bu evrende Vox güç kazanmış ve yönetimi ele geçirme aşamasında. Fakat öğreniyoruz ki Vox Populi başındaki Daizy Fitzroy bir kahramana, insanlar için sembol haline gelmesi için ona yardım eden devrimde büyük katkıları olan paralel evrendeki Booker’ı öldürüyor. Sembol haline gelmesi, toplulukları gaza getirmesi için onun ölümünü kullanıyor. Vox Populi’in gerçek hayat temsili ‘Kızıl Ordu Fraksiyonu’. Bu örgütte orta sınıf ailelerden gelen bireylerin eşitlikçi ve sınıf çatışmasının kalkması gibi iyi düşüncelerden kurulmasına rağmen zaman içinde Avrupa’nın en öfkeli ve kanlı örgütlerinden birine dönüşüyor.
Infinite tıpkı ilk oyun gibi iyi ve kötü arasındaki farkın net çizgileri olmadığını bize bir kez daha hatırlatıyor. Oyun sonunda zaten oyunun ana kötüsü ve ana karakterinin aynı kişi olmasını öğrendiğimiz gibi. İkisi de aynı kişi fakat yaşadıkları, bulundukları ortam onları bambaşka şekilde sürüklüyor. Bu temayı Booker’ın The Battle of Wounded Knee savaşına katıldığında yaptıklarını öğrendiğimiz zaman da görüyoruz. Bu oyun için uydurulmuş bir savaş değil gerçek bir savaş. Kızılderililer ile olan bu savaşa Booker katılmak zorunda kalıyor. Fakat oyunun bize söylediği kadarıyla Booker’ın ailesi aslında ırkçı ya da Kızılderililere karşı değil. Booker’ın savaş arkadaşları bunu bildiği için Booker hep dışlanıyor. Bu dışlanmanın sonuncunda Booker kabul görmek için gittikçe vahşileşiyor ve Kızılderililere akıl almaz işkenceler yapmaya başlıyor.
Bioshock serisi bize ideolojilerin esiri olmamız gerektiği, sahip olduğumuz her düşünceyi olduğu gibi kabul etmeden sorgulamamız gerektiği, iyi ve kötü arasındaki çizginin düşündüğümüz kadar keskin olmadığını anlatıyor. Nazilerin hepsinin pislik, adi olduğunu mu düşünüyorsunuz peki savaş boyunca ülkesi dışında olan ve onlara söylenenleri, anlatılanları gerçek sanan askerlerin, toplama kamplarını görünce ağladıkları ünlü resmi, çoğunun neden oldukları şeye katlanamadıkları ve intihar ettiklerine ne diyorsunuz.? Ya da Nazi tehdidinin ortadan kalkmasında belki de en büyük etmenlerden Rusya’yı kahraman olarak mı görüyorsunuz peki savaşı kazandıktan sonra Alman, Polonya halkında sivil kadınlara çocuklarının, ailesinin gözü önünde tecavüz ettikten sonra öldürmelerine ne diyorsunuz?